28 Haziran 2018 Perşembe

#4 Gözün kapalıyken olanlar,,

Kırmızı, yalnızlığını düşündü. Yolda olduğunu kimse bilmiyordu. Daha doğrusu ne için yolda olduğunu. Herkes yürümekteydi. Bazıları koşar adım giderken bazıları engellere takılıp küfürler savurmakla meşguldü. Oysa koşar adım gidenin de yolu engellerle doluydu. "O daha güçlü" dedi engellere takılan. Benim bacaklarım incecik. "O daha akıllı" dedi engellere takılan. Bense bazen nasıl aşacağımı dahi bilemiyorum. "O her şeye sahip" dedi engellere takılan. Koşmasına dahi gerek yok. Anlam veremediği bir şeye daha sinirlenen 'engellere takılan' yoluna geri döndü. 'koşar adım' hakkında söylenen tüm bu sözler doğruydu. Fazlasına da sahipti üstelik. Önüne daha büyük engeller çıkması ümidiyle o da yoluna geri döndü. Kırmızı, bu hikayeyi ilk ne zaman dinlediğini anımsayamıyordu. Kimden dinlediğini de. Bu hikayede bir düalite yoktu.  Olanaklar veya zıtlıklarla da ilgili değildi. Ortada bir adaletsizlik olduğu elbette açıktı. Hayata bakış açısı veya mücadele ile ilgili kıssadan hisse almaktan çok daha fazlasıydı Kırmızı'nın düşündüğü. Hepimizin et,kemik,kan ile bağlı olduğu ve kesin kuralları olan objektif dünyadan çok farklı bir boyut. Öylesine farklı bir dünya ki madalyonun diğer yüzünden çok uzak, objektif dünyanın karşısında bulunmayan, onun zıttı olmayan, belki de hiç var olmayan bir fenomen. 'Sübjektif Evren'. Yalanın, illüzyonun, mutluluğun, acının, güzelliğin ve korkunun düzlemi. Bu düzlem öyle şeffaf ve soyut ki ispatı imkansızdı. Kırmızı, ispat kavramının nesnel dünyadan geldiğini bildiğinden gülümsemeden edemedi. Peki ya gülmek nereye aitti? Duyguların öznel dünyaya ait olduğunu düşündü önce. Fakat somurtkan, huysuz ve robotik objektif dünya da üzerinde hak iddia edebilirdi pekala. Fiziksel gülme eylemi için haklı da olurdu. Peki ya daha fazlası için?  Ne kadar içten olduğunu nasıl ölçecekti? Peki ya ne hissettirdiğini? Nasıl tanımlardı? Tanımlasa bile kelimelerin yetersizliğinin önüne nasıl geçecekti? Kırmızı bir an durdu ve anlamsız sorular sorduğunun farkına vardı. Objektif dünya böyle şeylerle ilgilenmezdi bile. Duyguları ölçemezdi. Belki kıyaslayabilirdi ama ölçemezdi. Dünyanın en güzel şarkısı en çok dinlenendi onun için. Göreceler düzleminde ise sevgilinin sabah soğuğunda kısık ve akortsuz sesiyle sana söylediği o yirmi saniyelik andaydı. Nesnellik bunu anlamlandıramaz, işleyemezdi. Yine de Kırmızı objektiviteye  biraz fazla yüklendiğini hissetti. Halbuki kendisine sorsalar iki evren de onun için eşit derecede öneme sahipti. Ama bu iki evrene de yüzde ellisini verdiğinde hangisinin kuralları altında eylem yaptığını fark edince olayın anlamsızlığını ve içinden asla çıkamayacağını anladı. "Anlamsız". Tam da nesnelliğin, öznelliğin kapısını çalıp yüzüne  söyleyebileceği bir kelime. Kırmızı, yalnızlığını düşünürken nasıl olup da kendini buralarda bulduğunu başta anlamasa da cevabı kendiliğinden vermişti.