18 Aralık 2018 Salı

#6 O bir tepe, ben bir ova,,


“Eğer yeterince uzun dinlersen, rüzgar sana cevabını taşır” demişlerdi Kırmızı’ya. Öyle ki, geriye dönüp baktığında bütün cevapları, istediğinde değil ihtiyacı olduğunda almıştı. Ve bu hala beklemekte olduğu pek çok sorunun ve ‘sorun’un anahtarlarının bir yerlerde mevcut olduğunun ve zaman içerisinde kendisine teslim edileceğine olan inancını ayakta tutan yegane kanıttı. Örneğin kalbinde oluşan delik konusunda ne yapacağını bilemiyordu. Olayın üzerinden aylar geçmişti. Artık acı duymasa da yolda geçirdiği gecelerde düşüncelerinin bir köşesini ona ayırmaktan alamıyordu. Yol olabildiğine sessiz ve sıradan akıp giderken karşılaştığı tek tük insanlar varlığından habersizmiş gibi yanından geçip gidiyor, geceleri yaktığı kamp ateşini paylaşan diğer yaratıklarla da pek konuşası gelmiyordu Kırmızı’nın. Aklını kurcalayan soruya alacağı cevabın sancılı bekleyişi başlamıştı işte. Geçmiş tecrübelerine dayanarak şu an yapması gereken şey yürümeye devam etmekti. Yürümek ve o lanet işaretleri yorumlamak. Kırmızı, yavaşlamıştı. Yola ilk adım attığı gün ve onu izleyen günlere kıyasla daha az yol kateder olmuştu ve bunun ne Kırmızı’nın yorgunluğuyla ilgisi vardı ne de yola olan tutkusunun muhtemel sönüşüyle. Sıkışıp kaldığı, ilerleyemediği, daireler çizdiği hissiydi sorun. Çünkü Kırmızı, ne kadar yol kat ettiğinden bihaberdi. Güneşin, ayın ve mevsimlerin izini kaybetmemişti belki ama yaradılıştan gelen, insanoğlunu tanrıya yakınsayan adaptasyonun bir yan etkisi vardı. Mücadele az olduğunda ödülü de az olurdu. Bazı durumlarda kör talih cebine hakettiğinden fazla altın koyardı fakat karakter hanesini bu şekilde kandırmak pek mümkün değildi. En azından bu yolda. İsyanı şuydu; Kırmızı yazın sıcağıyla boğuşmamıştı fakat yaz yine de geçmişti. Kışın soğuğuna göğüs germemişti fakat kış da onu umursamamıştı. Sonra bir an için romantik olmayı bıraktı ve mevsimlerin sadece birer enstrüman, bir araç olduğunu düşündü. Kendi iradesi olmayan mevsimler fikri başta Kırmızı’ya garip gelse de yaşadığı gezegendeki onlarca insan için bu zaten normaldi. Kurmalı bir makinede saat yönünde ilerleyen mevsimler fikri Kırmızı’yı karamsarlığa bir adım daha sürükledi. Yerinde saydığı hissi onu bu denli sarmalamışken, güneşin, ayın, mevsimlerin ona aldırmadan geçip gitmesi en son isteyeceği şeydi. Bunun kibiriyle bir ilgisi yoktu. O, kafasına göre cebini doldurup boşaltan kör talih dışında da bir kazanım mekanizması istiyordu. Eğer tanrı onun önüne engel çıkarmadıysa o bunu kendi kendine yapacak kadar da akılsız değildi elbet. Şu da vardı ki içinden çıkamadığı bu problemin, aslında engelin ta kendisi olduğuna inanmayı istedi. Fakat bu sorunun muhtemel çözümünün kazancı Kırmızı’yı tatmin etmezdi. O, ilk insanların sınavını istiyordu. Medeni insanların, edebiyat ve dil ile yaptıklarını değil. Tüm bu isyankar düşünceleri kulağa bela ararmışcasına gelmeye başladığında sustu. Çünkü kelimeler kadar olmasa da öfkeyle yakılmış düşüncelerin de boşlukta peydah olması gibi kötü bir huyu olduğunu bir an için unutmuştu ve aradığı şeyi genellikle bulmasıyla ün yapmış birisinin neyi aradığını bir an etraflıca düşünmesi biraz utanç ve pişmanlık getirdi. Nihayet rüzgarı beklemeye karar verdi. Bugün istemişti ve bugün elde edememesi kendisi bilmese de onun için büyük şanstı. Hem envanteri için, hem karakteri. Kırmızı, aynı yola koyulmuş olmalarını ümit ederek adımlarını hızlandırdı. Daha çalması gereken bir Ay vardı.