2 Ağustos 2018 Perşembe

#5 I think it's strange, you never knew,,

Kırmızı, rüyaya daldı. Rüyasında, başka bir adamın bedenindeydi. Bunun ayrımına varacak herhangi bir belirti yoktu ortada ama biliyordu işte. Aylardan temmuzdu. Karla kaplı ağaçlık bir alanda yavaşça ilerledi. Yaz ortasında üzerine bastığı kardan örtüye şaşırmamıştı. Yazın da kar yağabilirdi. Kırmızı'nın geldiği yerde yaz; haziran,temmuz ve ağustosu kapsayan bir kümeydi. Kimileri ise daha geleneksel bir yaklaşımla sıcak ile ilişkilendirmekten öte kafa yormamaktaydı. Büyüdüğü kasabanın, yılın büyük bir bölümü ne kadar sıcak olduğunu hatırladıkça onlara hak veriyordu. Temmuz'du, ama yaz olmayabilir miydi? Kırmızı, böyle önemsiz konularda kafa patlatırken başına geleceklerden habersizdi. Hava kapalı, tam da sevdiği gibi her an yağmur yağabilecek bir elektrik vardı. Alabildiğine oksijen dolu atmosferi ciğerlerine çekti ağır adımlarla karın üzerinde ayak izlerini bırakırken. Sık ağaçlığın dalları yüzünden karın ıska geçtiği yerlerde irili ufaklı yapraklar ve dal parçaları, çakıllar vardı. Kırmızı, eğilip yerden düzgün şekilli bir dal parçası aldı. Neredeyse pürüzsüz gibiydi ve ucu sivriltilmişti. Yaklaşık yarım santim çapındaydı. Çevresinde hayatını tehdit edebilecek yabani hayvanlar olduğunu sanmıyordu ama yine de yanında tutmaya karar verdi. Güneşin varlığını, ormandaki ağaçların birbirine geçen dalları ve devasa uzunlukları yüzünden gökyüzünü tamamen kapatmasına aldırış etmeden hissedip kucaklıyordu. Öğle vakti olmalıydı. Bulutların arkasında dahi olsa filtrelenmiş sıcaklığı tenine ulaşması unutulmuş bir mucizeydi. Güneş, minnet beklemeden karşılıksız vermekteydi. Çok önceleri sayısız kişiye ilham olan bu metaforu hatırladı. Doğal olmayacak kadar fazla yaprağın saçıldığı bir alanda boş bir tahta bank dikkatini çekti Kırmızı'nın. Derme çatma geniş ve sert dallardan yapılmış çok eski bir görüntüsü vardı. Çevresindekilere göre daha büyük ve daha yaşlı bir ağacın altındaydı. Kırmızı, bankın sol ucuna oturdu ve içinde nereden geldiğini bilmediği ve ne için olduğunu kestiremediği bir umut yeşerdi. Neredeyse aynı anda da bir şüphe. Kırmızı bu duygu seli karşısında şaşkına döndü. Oturduğu tahta parçasının, belki de üzerindeki ağacın büyülü olabileceğini düşündü ilk önce. Kafasını yukarı kaldırdı. Ağaç yaprak dökmekteydi. Biraz erken diye düşündü Kırmızı ve "yaz" bilmecesine kaydı aklı. Yaşamakta olduğu sentetik duyguların arasında bir an kafasını sağa çevirdi ve bankın diğer ucunda bir kadının oturduğunu gördü. Kendisiyle aşağı yukarı aynı yaşlardaydı. Yüzü kendisine dönüktü. Omuzlarına düşen dalgalı siyah saçları vardı. Kırmızı her nasılsa aslında kadının saçlarının daha uzun olduğunu biliyordu. Bir illüzyondu şimdiki zamanda gördüğü. Açık kahverengi gözleri vardı ve Kırmızı yine içgüdüsel olarak biliyordu ki eğer güneş bulutların arasından kendini gösterse yeşile çalacaktı. İnce dudakları, burnunda hızması vardı. Fakat Kırmızı'nın asıl dikkatini çeken kaşlarının arasına yakın alnının ortalarında kratere benzeyen bir çukur vardı. Kadına bu kadar yakın olmasa farkedemeyecek kadar küçüktü. İzi görünce kadını bir yerlerden, belki de geçmiş hayatlarından birinde görmüş olabileceği hissine kapıldı. Objektif beyni ve düşünceleri bunu yalanlasa da tüm iç organlarını çevreleyen sinir sistemi bundan emindi. Kırmızı, yaşatmış olduğu her şey için kadına minnettardı fakat bir de özür borçluydu. Ama bu buluşmanın amacı bu değildi ve belki önemi de yoktu zaten. Geçmiş çoktan yaşanmış ve eğer geri dönülebilse yapılan yanlışlardan elde edilen tecrübeler elde olmadıkça aynı hatalar yeniden yapılacak, ve zaten hata yapmanın bütün amacının da bu tecrübeleri elde etmek olduğunu anlayacaktı. Zaman kadar eski bu lanet çemberi Kırmızı kıramazdı. Onun yerine kadına yaklaştı, yüzünü avuçlarının arasına aldı ve göğsüne, göğüs kafesinin içine sokmaya çalışırcasına öyle uzun, öyle sıkı bastırdı ki gözünü açtığında rüyadan uyandığının anca farkına vardı. Yürümekte olduğu yoldaydı. Göğsünde, kalbinin olduğu yerde yarım santim çapında ince bir delik vardı. Elleri ise kekik kokuyordu.