23 Ocak 2019 Çarşamba

#7 Aynadan dışarı,,

Birileri, Kırmızı'nın kime aşık olacağına karar veriyordu. Birileri, sanki başka hiçbir işleri yokmuşçasına, tek bir geçerli sebep vermeden, tek bir açıklamada bulunmadan düğmeye basıyorlardı. Kırmızı bu insanların kaç kişi olduğundan emin değildi. İnsan bile olmayabilirlerdi. Böyle şeytani bir mesleği eğer bir insan icra etmiyorsa mutlaka şeytanın kendisi olmalı diye düşündü. Aylar sonra karşısına çıkan ilk çeşmenin önünde durdu. Yolun yorgunuydu ve bir yudum su için çok şeyden vazgeçebilirdi. Ama o öylece kalakaldı. Çünkü o sırada su doldurmaya gelen bir Mavi, Kırmızı'yı soluksuz bırakmıştı. Kırmızı, daha önce de duyduğu bu tabiri, o ana dek ne anlayabilmiş, ne de onun üzerinde düşünmüştü. Ama bir nedenden nasıl nefes alındığını unutmuş gibiydi. Üstelik Kırmızı'ya asıl ilginç gelen şey Mavi'nin tonuydu. Daha önce böylesini gördüğüne emin değildi. Zaten görmüşse de pek aklında kalacağına ihtimal vermiyordu. Çünkü bu, Kırmızı'nın sevmeye alışık olduğu Mavilerden değildi. Eğer o 'birileri' bugün mesai yapıyor olmasaydı şu an karşısında gayet sıradan bir şekilde su dolduran kadın, Kırmızı'nın Mavi'si olmayacaktı. (Elbette burada Kırmızı'ya olanlarla ve şu an yardım çağrısı gibi ısı ve ışık yayan yüzünün nedeni ve nasılıyla ilgili rasyonel argümanlar öne sürebilmek mümkünse de; ne onun, ne de başkasının umrunda olduğunu sanmıyorum.) Kırmızı daha önce de karar vererek aşık olmamıştı hiç. Sürecin nasıl işlediğine dair bilgisi tam, prosedüre hakimdi. Hem zaten bugün kim birisine 'hiç hesapta yokken' aşık olduğunu söylese dünyanın en normal olayıymış gibi karşılarlardı. Belki de gülerlerdi. Kırmızı'nın kendisi dahil. Fakat şu an hissedilebilecek her duyguyu eliyle tutabilecek kadar somut  bir şekilde yaşarken işin mutfağıyla ilgili düşüncelere ancak yola yeniden koyulduktan sonra kafa yorabilecekti. Mavi, saçlarını topladı. Kırmızı hipnotize olmuş gibiydi. Böylesine basit bir eylemin onda hissettirdikleri sadece o ana, o 'an'daki atmosfere, gezegenlerin dizilimine, kalbinden pompalanan kandaki alyuvarlarının taşıdığı oksijenin miktarına bağlı olabilir miydi? Öyle veya böyle zaten yola çıktığından beri peşinde sürüklediği soru yığını şimdi daha ağırdı. Kırmızı, kendine geldiğinde kontrolü eline aldı. Son birkaç dakikadır yaşamakta olduğu duygu bombardımanının yegane nedeninden gözlerini ayırmadan düşünmeye  koyuldu. Yeniden duygularının kontrolü altına girmeden ne kadar mantıklı düşünce üretip çıkarsama yapabileceğini bilmediği için acele ediyordu. Kırmızı, en baştan aldı. İçinde bulunduğu durum düalitenin bilinçaltı sekmesindeydi. Bunun anlamı; mantıklı, planlı veya analitik adımlarla  hiçbir yere varamayacağıydı. Çünkü bu problemin ait olduğu taraf gündüz değil geceydi. Bilim değil sanattı. Erkek değil dişiydi. Fakat Kırmızı, hali hazırda zaten bir amaç uğruna yola çıkmıştı. Başta şüpheleri olmasına rağmen iyi kötü inandıkları da vardı. Eğer mecbur kalırsa kriz anında tek kalemde inandıklarından vazgeçebilir ve hiç sahip olmadığı B planına da sığınabilirdi. Ama bu kadar erken ve şiddetli bir depremi öngöremedi. Mavi gülümsediğinde Kırmızı'nın kalp atışları hızlandı. Bu gülücük Kırmızı için değildi. Hatta hikayenin bu kısmı Kırmızı adına öyle acıklı ve hüzünlüydü ki devam etmeye benim gönlüm razı olmadı. Eğer yazmaya o devam etseydi muhtemelen şunları söylemek isterdi.


Delikanlının adı Santiago idi.
Benim adım Kırmızı.
Benim hikayemde mutlu sonun garantisi yok. Ve sonunda Mısır Piramitlerini göreceğimin de.
İnsan, kendi hikayesi yazılırken her zaman kalemi elinde tutma lüksüne sahip olamıyor.
Eğer şu an böyle bir şansım varsa şunları yazmak isterim.
Mavi, güldüğünde güzün ilk yağmuru yağdı ve ben balkondaydım.
Mavi, güldüğünde hayatımda ilk kez sabahladım. Güneşin, kapalı perdeden dahi odayı aydınlatmasına şahit oldum.
Mavi, güldüğünde ilk kez uçağa bindim. Çocuktum. Hiç korkmadım.
Mavi, güldüğünde ilk kez bir kızı dudaklarından öptüm. Mutfakta, buzdolabının önünde ondört yaşındaydım.
Mavi, güldü ve ben bir yoldayım. Bir adım sonramı bilmiyorum. Ama az önce Mavi'yi gülerken gördüm.