24 Mart 2019 Pazar

#8 her . sey ********** ilgili olmak zorunda

Tam yirmialtı gün geçmişti üzerinden. Acaba yirmialtı gece de geçmiş miydi? Kırmızı, bunun ayrımına varamadı. Çünkü o son hadiseden sonra yolu bir tünele dönüşmüştü. Sonu görünmeyen, havasız ve çoğu zaman karanlık. Kırmızı daha önce de tünellerle karşılaşmıştı. O yüzden bu seferki onu pek korkutmadı. Aksine biraz heyecana kapılmış bile sayılabilirdi. Yol tam da sıkıcı bir hal almışken aradığı aksiyon şimdi ayaklarının ucundaydı. Bu tünel de diğer bütün tüneller gibi kendine özgü bir karakteristiğe sahipti. Bir başlangıcı, bir sonu, amacı ve amaca götürürken kullandığı çeşitli aletleri vardı. Hatta iyice incelense bir yerlerde  bir adı ve barkod numarası olduğunda da emindi Kırmızı. Diğerlerine oranla daha dardı. Kahverengi tuğlalardan örülmüş, duvarları  ise yapış yapış bir maddeyle kaplıydı. Zemin ise yürümesini zorlaştırmak için rastgele serpilmiş sivri çakıl taşlarından oluşuyordu. Bazı noktalarda, karanlıkta gözden kaçabilecek dikenler de mevcuttu.  Her şeye rağmen yürümeye devam etti. Çünkü biliyordu ki kimse bu yolu onun için yürüyemez, tünelin ucuna kadar onu taşıyamazdı. Elbette söyleyeceklerini dinleyip rehberlik edebilirlerdi. Ama buna uzun zamandır ihtiyacı kalmamıştı Kırmızı'nın. Bu acı ilacı kimse keyfinden içmek istemezdi. Bir yandan yürüyüp bir yandan da nasıl bir teste tabi tutulacağını tahmin etmeye çalışıyordu. Hayatı boyunca içinden geçtiği her bir tünelin sonunda başka bir insana dönüşmüştü. Bazısı uzun, bazısı kısaydı. Bazısından gözü yaşlı, kalbi kırık bir şekilde çıkabilmişti. Bazılarını ise balyozla paramparça edip kendine yeni bir yol yapmıştı. Mavi ve yeşil renkte duvarlar hatırlıyordu. Ama her nasılsa en uzun tüneller bile bir yerde sona eriyordu. Bunun bilincinde olan Kırmızı, belki de hayatında ilk defa hiç olmadığı kadar kendinden emin ve rahattı. Daha ilk uykusundan uyandığında ne kadar yanıldığını anladı. Tünelin zifiri karanlık olduğu bir vakit midesine ve göğsüne  darbeler almaya başladı. Sanki bir dövüş müsabakasındaymışçasına görünmez tekmeler ve yumruklar bir kalbine, bir midesine, zaman zaman da kafatasına isabet ediyordu. Kırmızı önce koşarak kaçmayı denedi. Fakat ne kadar hızlı giderse aldığı darbelerin şiddeti bir o kadar artıyordu. Yavaş gittiğinde ise tünelin sonunu ne kadar sürede görebileceğini kestiremiyordu. Bir çıkış yolu bulamazsa ilk defa bir tünelde aklını kaybedebilirdi. Günler geçtikçe daha çok ve daha uzun uyumaya başladı. Çünkü uykudayken hiçbir şey hissetmiyordu. Bu da uykuya olan bağımlılık demekti. Dolayısıyla tünelin çıkışına çok uzun bir süre boyunca varamayabilirdi. Kırmızı, "ya şimdi ya da hiçbir zaman" noktasına geldiğini anladı. Bu tarz durumlarda nadiren de olsa kontrolü tamamen eline almasını sağlayan beynindeki devrede duyular ve hisler kutusuna bağlı tüm kabloları mantıklı düşünce paneline aktaran anahtarı çevirmiş ve bunun sonucu olarak vücudunu buz gibi bir ürperti sarmıştı. İçinde bulunduğu tünelin Kırmızı'ya öğretmeye çalıştığı şey çemberi kırmaktı. Bu daha önce kurtuluşu için taşı tuğlayı yerle bir etmesi gibi fiziksel bir eylemden ziyade en karanlık anında sahip olduğu tüm iyi hisleri tek bir 'an'da odaklayabilmesiydi. Acı çeken bir insanın bunları yapabilmesi kimileri için imkansız sayılabilirdi. Fakat zaten çemberi kırmanın anlamı buydu. Üstelik istediği yerinden. Kırmızı, bu kez beynindeki anahtarı tam tersi yöne çevirdi, saniyeler içinde sıcak bir rüzgar her yanını kapladı. İşte o an, tünelin sonuna yürüyerek değil hissederek varabileceğini anladı. Ne yapması gerektiğini biliyordu. Gözlerini kapatıp maviyi düşündü. Mavi gökyüzünü ve mavi denizi. Yola çıkmadan önceki kararlılığını düşündü. Hikayesinin sonunda Ay'ı çaldığını hayal etti. Hissetti. Gözlerini açtığında artık tünel yoktu. Denizin kokusunu burnuna çekip gökyüzüne baktı. Sanırım yaz gelmek üzere diye düşündü. O sırada tam üstünden  geçen bir kuş, Kırmızı'nın yürümekte olduğu yola yöneldi. Bu, Kırmızı'nın hayatında gördüğü en güzel sinek kuşuydu. Onu takip etmeye karar verdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder